Hipertansiyon Hakkında Öğrenmek İstediğiniz Herşey
Hipertansiyon(yüksek tansiyon) nedir?
Hipertansiyonun önemi
Hipertansiyonun belirtileri
Fotoğraflarla kan basıncı ölçümü
Korotkoff sesleri nedir?
Hipertansiyonun tanım ve sınıflandırılması
Hipertansiyonun nedenleri
Hipertansif hasta nasıl değerlendirilmelidir?
Hipertansiyonun vücuda verdiği zararlar
Hipertansiyon gelişiminde tuzun ve böbreklerin önemi
Kardiyovasküler risk faktörleri
Hipertansiyon tedavisi
İlaçsız tedavi
İlaçla tedavinin prensipleri
Hipertansif krizler
Tedavide başarısızlık nedenleri
Sık sorulan sorular
Sık yapılan hatalar
Hastalara öneriler
Hipertansiyon(yüksek tansiyon) nedir?
Kan dolaşımının sağlanması için bir basınç gereklidir. Bu basıncın normalden fazla olmasına hipertansiyon denir. Hipertansiyon için kullanılan diğer bir isim ise, YÜKSEK TANSİYON'dur.
Kan basıncı ölçülürken 2 kan basıncı değerine bakılır:
- Büyük tansiyon (sistolik kan basıncı)
- Küçük tansiyon (diyastolik kan basıncı)
Kalbin kasılması sırasında ölçülen kan basıncı, büyük tansiyon, kalbin gevşemesi esnasında ölçülen kan basıncı ise küçük tansiyondur. Hem büyük tansiyon hem de küçük tansiyonun normalden fazla olması HİPERTANSİYON'dur. Hipertansiyon tanısı için büyük ve küçük tansiyondan birisinin normalden yüksek olması yeterlidir. Gerek büyük tansiyon gerekse de küçük tansiyonun normalden yüksek olması önemlidir. Bu konu unutulmamalıdır. Bazı hastalar küçük tansiyondaki yüksekliği önemsememektedir; bu çok yanlıştır.
Sayfa başı
Hipertansiyonun önemi
Hipertansiyon çok yaygın bir hastalıktır. Hipertansiyon, kalıcı sakatlık ve ölüm nedeni olan toplumsal bir sorundur. Hastaların azımsanmayacak bir kısmının kan basıncı yüksekliğinin farkında olmaması, hipertansiyonun önemini artırmaktadır. Hipertansiyon, değişik böbrek, kalp, damar hastalıklarına, felçlere ve görme kaybına yol açabilir. Tuz tüketiminin fazla olduğu toplumlarda, kan basıncı yüksekliğine daha sık rastlanır.
Amerika Birleşik Devletleri'nde, hipertansif hasta sayısı, yaklaşık 50 milyondur. Türkiye'de, 1993 yılında yapılan bir çalışmada, 4023 adet kan basıncı ölçümü yapılmıştır. Bu çalışmada, diyastolik kan basıncı, hastaların % 36'sında 85 mm Hg ve sistolik kan basıncı hastaların % 20'sinde 145 mm Hg'dan daha yüksek bulunmuştur. 70 yaşın üzerinde, hipertansiyon sıklığı % 30'lara çıkabilir. Özet olarak; toplumdaki 5-6 erişkinden birinde, kan basıncı yüksekliği vardır.
Sayfa başı
Hipertansiyonun belirtileri
Hipertansiyonun başlıca belirtileri; baş ağrısı, çarpıntı, nefes darlığı, yorgunluk, burun kanaması, yol yürüme ve merdiven çıkmada zorlanma, bazen çok sık idrara çıkma, gece uyurken uykudan kalkıp idrar yapma ve bacaklarda şişliktir. Kan basıncının çok yükseldiği durumlarda, çift görme, dilde peltekleşme, yüzde veya vücutta karıncalanma olabilir. Bu belirtilerin hiçbirisi hipertansiyona özgü değildir, başka hastalıklarda da izlenebilir. Ancak hastaların önemli bir kısmında hiçbir belirti yoktur. Bu hastalarda hipertansiyon tanısı, sadece kan basıncı ölçümü ile mümkündür. Bu nedenle, hipertansif olmasa bile tüm hastalar yılda en az 1-2 kez kan basıncını ölçtürmelidir.
Sayfa başı
Fotoğraflarla kan basıncı ölçümü
|
Steteskop |
Steteskop olmadan, sadece palpasyonla da kan basıncı ölçülebilir ama palpasyonla sadece sistolik kan basıncı (büyük tansiyon) ölçülebilir. Bir sfigmomanometre, manşon, manometre, manometre ile manşonu birbirine bağlayan hortum ve pompadan oluşmaktadır. Manşon, elastik olmayan bir kumaş olup kolu sarmakta ve içinde şişirilebilen lastik bir kese barındırmaktadır. Manşon, kol etrafına çoğunlukla Velcro yapıştırıcısı yardımıyla, bazen incelen ucun sarılan manşonun içine sokulması ve çok ender olarak da çengellerle tesbit edilmektedir. İncelen manşonlar kolu defalarca saracak uzunlukta olmalıdır.
|
|
Civalı manometre | Aneroit manometre |
Kan basıncı, pratikte, sfigmomanometre diye isimlendirilen tansiyon aleti ile ölçülmektedir, en yaygın 2 tip; civalı ve aneroit manometrelerdir. Genel olarak, civalı manometrelerin aneroit manometrelere göre bakımı, daha kolay ve hassasiyeti daha fazladır. Aneroit manometreler daha pratiktir ve kırılma tehlikesi yoktur. Piyasada klasik civalı veya aneroit manometrelerden farklı olarak çok sayıda otomatik ve yarı otomatik sfigmomanometreler satılmaktadır. Genel olarak, bu cihazların çoğu, standart civalı manometrelerden daha pahalı olmalarına karşın onlar kadar hassas değildir. Parmak ucundan kan basıncı ölçen cihazların daha az hassas olduğu unutulmamalıdır.
Sağlıklı bir kan basıncı ölçümü yapılabilmesi için aşağıdaki noktalara dikkat edilmelidir:
1. Hasta, kan basıncı ölçümünden yarım saat önce egzersizden kaçınmalı, birşey yememeli, kafein almamalı ve sigara içmemelidir. Hasta en az 5 dakika istirahat etmelidir.
2. Manşonun boyutları uygun olmalıdır. Manşonun içindeki kesenin boyutu, kolun tamamını veya en az % 80'ini sarmalıdır. Manşonun içindeki kese kolu tam çevrelemelidir; kese kolu tam çevrelemediği takdirde, kesenin merkezi, doğrudan brakiyel arter (kol ön yüzü ve dirseğin 2-3 cm üzerindeki atardamar) üzerinde olmalıdır.
3. Aritmilerde (Kalp atışının düzensiz olduğu durumlarda), sistolik ve diyastolik basınçların her birisi için ortalama 3 okuma yapılmalıdır. Sistolik kan basıncının olduğundan düşük ve diyastolik kan basıncını ise olduğundan yüksek okumamak için civa çok yavaş indirilmelidir.
4. Basıncın ölçüldüğü kol, dördüncü interkostal aralığın (kaburgalar arası aralık) sternum (göğsün önünün ortasındaki kemik) ile birleştiği yerde yatay olarak aynı düzlemde bulunmalıdır ve kasılmayı engellemek için dirsek desteklenmelidir.
|
Koldan tüm giysilerin çıkarılıp dirseğin desteklenmesi |
5. Koldan tüm giysiler çıkarılmalıdır.
|
|
Brakiyel arterin hissedilmesi | Kalemle işaretlenmiş brakiyel arter |
6. Brakiyel arter (kol ön yüzünde ve dirseğin 2-3 cm yukarısındaki atardamar) elle hissedilmeli ve manşon süratle nabzın kaybolma noktasının 30 mm Hg üzerine kadar şişirilmeli ve daha sonra yavaşça boşaltılmalıdır (Her kalp atımında veya saniyede 2-3 mm Hg hızla).
|
Avuç, açık ve yumruk yapılmamış olmalı |
|
|
Steteskop, brakiyel arterin üzerinde, | Ölçme öncesi manometrenin ibresi, |
7. Steteskop, brakiyel arterin üzerine yerleştirilmelidir. Steteskop, sıkıca ve dengeli bir biçimde tutulmalı fakat aşırı basınç uygulanmamalıdır.
|
200 mm Hg'ya kadar şişirilmiş manşon |
|
|
Sesin duyulmaya başladığı nokta, sistolik kan basıncıdır | Sesin kaybolduğu nokta, diyastolik kan basıncıdır |
8. Birinci faz sistolik basınç olarak, seslerin kaybolması (5. faz) diyastolik basınç olarak kaydedilmelidir. İdeal olarak hem 4. hem de 5. faz kaydedilmelidir. Okunan kan basıncı değeri, ölçümden hemen sonra kaydedilmelidir. Bu fazlarla ilgili bilgi edinmek için Korotkoff Sesleri Nedir? başlıklı bölüme bakınız.
9. Basınçlar, en yakın 2 mm Hg'ya göre kaydedilmelidir. Hem büyük hem küçük tansiyon kaydedilmelidir. Örneğin; 146 / 88 mm Hg gibi.
10. İki dakika aralıklarla iki veya daha fazla ölçüm alınmalıdır. İki ölçüm arasında 5 mm Hg'dan fazla fark varsa ilave ölçümler yapılmalıdır.
11. İlk ölçümde hipertansiyon tanısı koymaktan kaçınılmalıdır. Sistolik kan basıncı, gün boyunca 100 mm Hg'ya kadar değişkenlik gösterebilir. Bu nedenle hipertansiyon tanısı koymadan veya tedaviye başlamadan önce, değişik zamanlarda en az 2 kez daha ölçülmelidir. Pratikte tanı veya tedavi ile ilgili kesin yargıya varmadan önce, kan basıncı, haftalar hatta aylar süren dönemlerde, tekrar tekrar ölçülmektedir. Ancak ilk ölçülen kan basıncı değeri, 210 / 120 mm Hg'dan fazla ise hipertansiyon kabul edilmelidir.
12. Pratikte, sağ veya sol koldan kan basıncı ölçülmesi önem taşımaz ancak kan basıncı ilk muayenede her iki koldan da değerlendirilmelidir. Tekrarlayan üç ölçümde, eğer sistolik/diyastolik kan basıncında 20 / 10 mm Hg'dan fazla farklılık olursa, eş zamanlı ölçüm yapılmalıdır.
13. İlk muayenede, aort koarktasyonunu (ana atar damardaki darlığı) değerlendirmek amacı ile, bacaklarda da kan basıncı ölçülmelidir. Bu amaçla, hasta yüzükoyun yatırılmalı, geniş bir kese içeren manşon hastanın uyluğunun etrafına sarılmalıdır ve popliteal fossadan (dizin arkasındaki çukur) Korotkoff sesleri dinlenmelidir. Normalde, bacaktaki kan basıncı, koldakine eşittir. Kollarda kan basıncı, bacaklardan 20 mm Hg daha fazla ise aort koarktasyonu düşünülmelidir.
14. Kan basıncı ölçüm kayıtları, sistolik kan basıncı, diyastolik kan basıncı ve sağdan mı soldan mı olduğunu, hastanın pozisyonunu, varsa aritmi, heyecan veya hastalık gibi olağan dışı durumları göstermelidir.
15. Tekrarlayan ölçümlerde, manşon mümkün olduğu kadar süratle düşürülmeli ve ardışık okumalar arasında, içindeki hava tamamen boşaltılmalıdır. Ardışık ölçümler arasında en az 15 saniye olmalıdır.
16. Ölçüm yapan kişi, manometreye bir metreden daha uzak olmamalıdır. Ölçüm yapan kişi, rahat ve gevşemiş bir pozisyonda bulunmalıdır.
Kan basıncı ölçümünde yapılan HATALARI görmek için TIKLAYINIZ
Korotkoff sesleri nedir?
Kan basıncı ölçülürken duyulan seslerdir. Manşon şişirildikten sonra yavaş yavaş boşaltılır. Kalp atışlarının duyulmaya başladığı nokta, büyük tansiyon (sistolik kan basıncı) olarak kabul edilir. Bu durum, aşağıda bahsedilen Faz 1'e denktir. Bu seslerin kaybolması, küçük tansiyon (diyastolik kan basıncı) olarak kabul edilir. Bu durum Faz 5'e denktir. Ancak az sayıda çalışmada, bu seslerin hafiflemesi (Faz 4) küçük tansiyon (diyastolik kan basıncı) olarak kabul edilir. Genel eğilim, Faz 5'in diyastolik kan basıncı (küçük tansiyon) olarak kabul edilmesidir.
Faz 1: Zayıf, fakat açık ve gittikçe şiddetleri artan vurma sesleri. En azından iki ardışık vurumda sistolik basınç okunur.
Faz 2: Seslerin zayıflaması ve üfürüm haline gelmesi.
Faz 3: Keskin seslerin dönüşü, vuruşlar şiddetli olabilmekle birlikte, şiddeti hiçbir zaman birinci fazdaki yoğunluğa ulaşamaz. Faz 2 ve 3'ün herhangi bir klinik önemi yoktur.
Faz 4: Seslerin ani ve belirgin olarak zayıflaması, yumuşak ve esintili bir karaktere bürünmesi.
Faz 5: Tüm seslerin kaybolduğu nokta.
Sayfa başı
Hipertansiyonun tanım ve sınıflandırılması
Hipertansiyonun tanımı ve sınıflandırması; ülke, zaman veya araştırmacıya göre değişiklik göstermektedir. Genel olarak, sistolik kan basıncının (büyük tansiyon) 14 cm Hg (140 mm Hg) ve diyastolik kan basıncının (küçük tansiyon) 9 cm Hg'dan (90 mm Hg) yüksek olması hipertansiyon olarak kabul edilir. Daha önce mevcut olan hafif-orta hipertansiyon gibi tanımlar, hipertansiyonun yol açtığı hedef organ hasarı riskini saptamada yetersiz kaldığı için yeni bir hipertansiyon tanım ve sınıflandırması yapılmıştır. Hipertansiyonun tanım ve sınıflandırılması yapılırken, günümüzde risk faktörleri de değerlendirilmelidir.( Kardiyovasküler Risk Faktörleri başlıklı bölüme bakınız).
Bu bölümde, iki tanım ve sınıflandırma anlatılmıştır.
1. 1997 yılında, Birleşik Ulusal Komite'nin (Joint National Committee, JNC) 6. raporunda, erişkinler için kabul edilen hipertansiyon tanım ve sınıflandırması.
Bu komite, diyastolik kan basıncı değeri olarak Korotkoff'un 5. sesinin kullanılmasını önermektedir. Sınıflandırmaya yüksek normal hipertansiyon tanımlamasının girmesi, bu hastalarda, hipertansiyon ve kardiyovasküler olay gelişme riskinin kan basıncı normal olan kişilere göre daha yüksek olmasıdır. Kan basıncı tanım ve sınıflandırması (18 yaşından büyükler için JNC'nin 6. raporu) |
Kategori | Sistolik kan basıncı |
| Diyastolik kan basıncı |
Optimal | < 120 | ve | < 80 |
Normal | < 130 | ve | < 85 |
Yüksek normal | 130 - 139 | veya | 85 - 89 |
Hipertansiyon | |||
Evre 1 | 140 - 159 | veya | 90 - 99 |
Evre 2 | 160 - 179 | veya | 100 - 109 |
Evre 3 | > 179 | veya | > 109 |
Bir hastada, sistolik ve diyastolik kan basıncı değerleri, iki ayrı gruba ait ise, yüksek olan grup kabul edilmelidir. Örneğin, kan basıncı 190/102 mm Hg ise Evre 3 hipertansiyondan bahsedilir. Hastada, hipertansiyonun evresini belirtirken tek ölçüme göre karar verilmemeli ve en az 2 ölçümün ortalaması alınmalıdır. Sadece hipertansiyonun evresi belirtilmemeli, hastada mevcut olan hedef organ hasarı ve risk faktörleri de değerlendirilmelidir. Örneğin, kan basıncı 190/102 mm Hg ölçülen, koroner arter hastalığı, sol ventrikül hipertrofisi ve diyabetes mellitusu olan bir hasta, Evre 3 , koroner arter hastalığı, sol ventrikül hipertrofisi ve diyabetes mellitus olarak kaydedilmelidir.
Hipertansiyonun nedenleri Hipertansiyonun nedeni, % 90-95 hastada bilinmemektedir (primer hipertansiyon, esansiyel hipertansiyon) yani bilinen bir hastalığa bağlı değildir. Yüzde 5-10 hastada ise hipertansiyon başka bir hastalığa bağlıdır (sekonder hipertansiyon). Hipertansiyona yol açan hastalıkların önemli kısmı böbrek kaynaklıdır. Endokrin (hormonal) sebepler ise önemli diğer bir grubu oluşturmaktadır. Bu hastalıkların önemli bir kısmının tedavi edilebilir nitelikte olması, hastalıkların tedavisi ile de hipertansiyonun kalıcı tedavisinin mümkün olması her hastanın sekonder hipertansiyon açısından değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır. Ayrıntılı bilgi için Hipertansif Hasta Nasıl Değerlendirilmelidir? isimli bölüme bakınız. Sekonder hipertansiyon nedenleri, aşağıda belirtilmiştir. Bu bölümde, zorunlu olarak çok sayıda tıbbi terim kullanılmıştır. Sekonder hipertansiyon nedenleri 1. Böbreğin parankimal hastalıkları 2. Renovasküler hastalıklar 3. Endokrin nedenler 4. Nörojenik nedenler 5. Diğer nedenler |
Hipertansif hasta nasıl değerlendirilmelidir?
Hipertansiyon tanısı almış bir hasta değerlendirilirken 3 konuya dikkat edilmelidir.
1. Hipertansiyon yaratan başka bir hastalık (böbrek hastalığı, hormonal hastalık...) olup olmadığı yani sekonder bir hipertansiyon araştırılmalıdır: Hastaların % 10'undan azında hipertansiyona yol açan, % 5'inden azında ise düzeltilebilecek bir hastalık saptanabilir. Sekonder hipertansiyon düşünülmesi gereken durumlar aşağıda özetlenmiştir.
Sekonder hipertansiyon düşünülmesi gereken durumlar
Yaş, öykü, fizik inceleme ve laboratuvar bulguları, sekonder hipertansiyon düşündürüyorsa: örneğin ataklar halinde gelen hipertansiyon feokromositoma, hipopotasemi hiperaldosteronizm düşündürmelidir.
Kan basıncı ilaçla tedaviye zor yanıt veriyorsa
İyi kontrol edilmiş kan basıncı yüksekliği, kontrolden çıkıp yükselmeye başlarsa
Ani hedef organ yetmezliği ile birlikte olan hipertansiyon
Yeni başlamış hipertansiyon
Renovasküler hipertansiyon düşünülen durumlarda (Bu bölüm daha sonra hazırlanacaktır)
Evre 3 hipertansiyon
2. Hipertansiyonun vücuda vermiş olduğu hasar ve eşlik eden diğer hastalıklar saptanmalıdır. Bu saptama, hem hastanın geleceğinin belirlenmesinde hem de tedavi seçiminde yardımcı olur.
3. Diğer kardiyovasküler risk faktörleri incelenmelidir: Hipertansiyon, kardiyovasküler ölüm ve sakatlıklara yol açan bir kardiyovasküler risk faktörüdür, bu nedenle diğer kardiyovasküler risk faktörleri incelenmeli ve mümkünse düzeltilmelidir. Şişmanlık, sigara içimi, diyabetes mellitus (şeker hastalığı), lipid (yağ) metabolizması bozuklukları, genetik faktörler, yetersiz aktivite, sol ventrikül hipertrofisi, mikroalbüminüri iyi bilinen kardiyovasküler risk faktörleridir. Kardiyovasküler Risk Faktörleri hakkında daha ayrıntılı bilgi, ilgili bölümde bulunabilir.
Sayfa başı
Hipertansiyonun vücuda verdiği zararlar
İnsan vücudunda, tüm organ ve dokuları besleyen damarlar bulunur. Hipertansiyon, kan damarlarında basıncın artması durumudur. Evimizdeki musluklara suyu taşıyan su borularındaki gibi bir basınç, tüm damarlarda mevcuttur. Nasıl su borularında basınç artışı, tıkanma ve patlamalara yol açarsa, hipertansiyon da damarlarda patlamalara ve tıkanmalara yol açar. Tüm organ ve dokularda damar olduğu için hipertansiyon tüm vücudu etkileyebilir. Hipertansiyondan en çok etkilenen organlar; kalp, beyin, böbrekler, büyük atardamarlar ve gözlerdir. Hipertansiyon bu organları etkileyerek kalıcı sakatlıklara ve ölümlere yol açabilir. Hipertansiyonun vücuda verdiği başlıca zararlar, aşağıda özetlenmiştir:
1. Kalp yetmezliği, kalp büyümesi, kalbi besleyen damarlarda daralma (koroner arter darlığı), kalbi besleyen damarlarda tıkanma (kalp krizi)
2. Beyin kanaması, felç, beyin damarlarında daralma ve tıkanma
3. Böbrek yetmezliği, böbrek fonksiyonlarında bozulma
4. Görme azalması ve körlük
5. Büyük atardamarlarda genişleme, bu genişlemelerin yırtılması, bu damarlarda tıkanma. Bunların sonucu, kangren veya ani kanamalara bağlı ölüm gelişir.
Hipertansiyonun vücuda verdiği bu zararlar, hastaların moralini bozmamalıdır. Hipertansiyon, tedavi edilebilir bir hastalıktır ve yeterli tedavi ile bu zararlar minimuma indirilebilir. Bu zararları minimuma indirebilmek için hastalarımızın Sık Yapılan Hatalar bölümünü mutlaka okumaları gereklidir. Hipertansiyon zamanında teşhis edilip, uygun şekilde tedavi edilirse, yukarıda sayılan hastalıklar ve bunlara bağlı ölümler önlenebilir.
Hipertansiyon gelişiminde tuzun ve böbreklerin önemi
Hipertansiyon gelişiminde, tuzun çok büyük önemi vardır. Bazı insanlarda, böbreğin tuz (NaCl) atma kapasitesi sınırlı olabilir ve gereğinden fazla tuz alınması, hipertansiyonun ortaya çıkmasına veya hipertansiyonun tedavisinde başarısızlığa yol açabilir. Gerek hayvan deneyleri gerekse insanlar üzerinde yapılan çalışmalar, hipertansiyon gelişiminde, tuzun rolünün olduğunu ispatlamıştır.
Bu çalışmalardan bazılarının sonuçları aşağıdadır.
1. Toplumların çoğunda, tuz tüketimi ile kan basıncı yüksekliği ve hipertansiyon sıklığı arasında yakın ilişki vardır.
2. Çok az tuz tüketen toplumlarda, ortalama kan basıncı daha düşüktür ve hipertansiyona çok az rastlanır.
3. Genetik yatkınlığı olan hayvanlara, tuz verilirse hipertansiyon gelişmektedir.
4. Kısa süre fazla tuz verilen kan basıncı normal insanlarda, kan basıncı yükselir.
5. Hipertansif kişilerin çoğunda kan hücrelerinde ve vasküler dokuda, sodyum konsantrasyonu artmıştır.
6. Çoğu insanda, günde 60-90 mmol sodyum tüketimi kan basıncını düşürmektedir. (Daha ayrıntılı bilgi için İlaçsız Tedavi başlıklı bölüme bakınız)
7. Fazla tuz alımı, hipertansiyona yol açan birçok pressör mekanizmayı aktive eder.
Böbreklerin hipertansiyon gelişimindeki rolü çok önemlidir. Hipertansiyonu olan bir hastada, % 5 olasılıkla bir böbrek hastalığı vardır. Bu nedenle, tüm hipertansif hastalar böbrek hastalıkları yönünden incelenmelidir. Bu amaçla, basit bir idrar incelemesi bile çoğu zaman yeterlidir. Hipertansiyonu olan bir hastada, böbrek hastalığının saptanması, böbrek hastalığının erken tanısına ve tedavisine de olanak sağlar. Zaten böbrek hastalığına bağlı bir hipertansiyon söz konusu ise, böbrek hastalığı tedavi edilmeden hipertansiyonun kontrol altına alınması çok zordur. Bazı durumlarda, hipertansiyon da böbrek hastalığına yol açabilir; "hipertansiyon mu önce olmuştur böbrek hastalığı mı önce olmuştur" bunu ayırmak zor olabilir. Bu durum, aynen "tavuk mu önce olmuştur yumurta mı önce olmuştur" ayırımı gibi karmaşık bir hal alabilir.
Sayfa başı
Kardiyovasküler risk faktörleri
Hipertansif hastalarda, kardiyovasküler risk faktörlerinin değerlendirilmesi ve mümkünse değiştirilmesi, tedavinin temel noktalarından birisidir. Hipertansif hastalarda, hipertansiyon dışındaki kardiyovasküler risk faktörlerine de sık rastlanır ve bu kardiyovasküler risk faktörlerinin düzeltilmesi ile kardiyovasküler kalıcı hasar ve ölüm riski kesin olarak azaltılır. Günümüzde, hipertansiyon tanım ve sınıflandırmasında da kardiyovasküler risk faktörlerinin önemi giderek artmaktadır. Aşağıda kardiyovasküler risk faktörleri özetlenmiştir.
Hipertansiyon
Sigara
Lipid (yağ) metabolizması bozuklukları
Diyabetes mellitus (şeker hastalığı)
Şişmanlık
Fiziksel aktivite azlığı ve sedanter yaşam
Yüksek hematokrit
Artmış trombojenik faktörler
İleri yaş
Erkek cinsiyet
Aile öyküsü
Tip A kişilik yapısı
Östrojen eksikliği
Alkol yoksunluğu
Fibrinojen yüksekliği
Ürik asit yüksekliği
Hedef organ hasarı
Retinopati
Sol ventrikül hipertrofisi
Proteinüri
Mikroalbüminüri
Lipoprotein (a)
Belirgin beyin, kalp, böbrek veya damar hastalığı
Hipertansiyon, her yaş, cins, ırk için önemli bir kardiyovasküler risk faktörüdür ve hem sistolik hem diyastolik hipertansiyonun şiddeti arttıkça kardiyovasküler risk artmaktadır. Hipertansiyon tedavisi ile kardiyovasküler risk azalmaktadır.
Lipid (yağ) metabolizması bozuklukları, majör ve düzeltilebilir kardiyovasküler risk faktörlerinden birisidir. Yapılan tüm büyük çalışmalarda serum kolesterol düzeyi ile kardiyovasküler risk arasındaki ilişki gösterilmiştir. Günümüzde, kardiyovasküler risk açısından toplam kolesterolden ziyade LDL-kolesterol düzeyi temel alınmalıdır. Kardiyovasküler riski azaltmak için toplam kolesterol düzeyi 200 mg/dl ve LDL-kolesterol düzeyi 130 mg/dl'nin altında tutulmalıdır. HDL-kolesterolün düşüklüğü de bir kardiyovasküler risk faktörüdür. Diyetin kolesterol içeriği ile kardiyovasküler risk arasında da doğrudan ilişki vardır. Hipertansif hastalara, düşük kolesterol ve düşük doymuş yağ asidi içeren, liften zengin diyet önerilmelidir. Diyetle istenen kolesterol düzeyi sağlanamayan hastalarda, kolesterol düşürücü ilaçlar kullanılmalıdır. Hastalar katı yağ yerine sıvı yağ, kırmızı et yerine beyaz et kullanmalıdır.
Şişmanlık ile koroner arter hastalığı arasındaki ilişki birçok çalışmada gösterilmiştir. Ancak şişman hastalarda, hipertansiyon, fiziksel aktivite azlığı, diyabetes mellitus (şeker hastalığı) ve lipid metabolizması gibi diğer kardiyovasküler risk faktörlerine da daha sık rastlanır ve bu kardiyovasküler risk faktörler, şişmanlığın bağımsız etkisini maskeleyebilir.
Yetersiz egzersiz kardiyovasküler riski arttırır. Öte yandan sedanter yaşam, kan şekeri, kolesterol ve kan basıncı kontrolunu zorlaştırır. Düzenli egzersiz yapanlarda, koroner arter hastalığı riski de azalır.
Diyabetes mellitus (şeker hastalığı) iyi bilinen bir kardiyovasküler risk faktörüdür. Ayrıca diyabetik hastalarda lipid (yağ) metabolizması bozuklukları, hipertansiyon, şişmanlık gibi diğer kardiyovasküler risk faktörleri de sıktır. Sigara, koroner arter hastalığı sıklığını arttırdığı gibi diğer kardiyovasküler risk faktörlerinin etkisini de arttırır. Sigara içimi, Türkiye'deki en önemli sağlık problemlerinden birisidir ve ne yazık ki kullanımı giderek yaygınlaşmaktadır. Sigaranın bırakılması ile koroner arter hastalığı riski azalır ve bu azalma 12 ay sonra en belirgin hale gelir.
Tip A kişiliğine sahip kişiler, mükemmeliyetçi, obsesif, hırslı ve gergin bir özellik sergilerler.
Kardiyovasküler risk faktörleri, gerek Dünya Sağlık Örgütü gerekse Bileşik Ulusal Komite raporlarında, hipertansiyon tanım ve sınıflandırmasında kullanılmaya başlanmış ve tedavi planlanırken kardiyovasküler riskin belirlenmesi önerilmiştir.
Sayfa başı
Hipertansiyon tedavisi
Hipertansiyon tedavisinde temel amaç, hedef organ hasarını önleyerek sakatlık ve ölümleri azaltmaktır. Öncelikle mevcut olan diğer kardiyovasküler risk faktörleri ve hedef organ hasarları tedavi edilmelidir. Sekonder hipertansiyon olan hastalarda yani hipertansiyonu başka bir hastalığa bağlı olan hastalarda hipertansiyona yol açan hastalık tedavi edilmelidir.Hipertansiyonun nedeni saptanamaz ise kan basıncı, hastaların yaşam düzeni değiştirilerek veya ilaçla düşürülmelidir. Hastalarda yaşam düzeninin değiştirilmesi (ilaçsız tedavi) kesinlikle ihmal edilmemelidir.
Hipertansiyon tedavisi planlanırken tartışılan iki konu şunlardır:
1. Hangi kan basıncı değerlerinde antihipertansif ilaç başlanmalıdır?
Kan basıncı sistolik (büyük) 160 mm Hg veya diyastolik (küçük) 100 mm Hg'nın üzerinde ise antihipertansif tedaviye hemen başlanmalıdır. Üzerinde tartışılan değerler, sistolik kan basıncı (büyük tansiyon) için 140-160 mm Hg ve diyastolik kan basıncı (küçük tansiyon) için 90-100 mm Hg'dır. Antihipertansif tedavi ile kan basıncı düşürüldükçe, kardiyovasküler risk doğru orantılı olarak azalmaktadır. Birleşik Ulusal Komite'nin (Joint National Committee, JNC) 6. raporu ve Dünya Sağlık Örgütü'nün (World Health Organization) bu konudaki görüşleri farklı olmakla birlikte birbirine benzer. Genel eğilim, hastada başka kardiyovasküler risk faktörleri varsa, sistolik kan basıncı (büyük tansiyon) için 140-160 mm Hg ve diyastolik kan basıncı (küçük tansiyon) için 90-100 mm Hg değerlerinde de ilaç tedavisine başlamaktır. |
2. Antihipertansif tedavi ile kan basıncı hangi sınırlara düşürülmelidir?
Antihipertansif tedavi ile kan basıncı düşürüldükçe kardiyovasküler risk doğru orantılı olarak azalmaktadır. Belli bir diyastolik kan basıncı değerine ulaşıldıktan sonra, kan basıncının daha da düşürülmesi, kardiyovasküler hastalık riskini arttırmaktadır. Günümüzdeki bilgilerle, kan basıncının çok düşürülmesi sakıncalı olabilir. Bu konuda doktor karar vermelidir. Birleşik Ulusal Komite'nin 6. raporuna göre, kan basıncı, kesinlikle 140/90 mm Hg'nın altına düşürülmelidir. Kan basıncı, 140/85 mm Hg'ya indirilebilir ancak daha fazla düşürülmesinin yararı belirsizdir. Dünya Sağlık Örgütü raporuna göre ise kan basıncı, yaşlılarda 140/90 mmHg'nın altına, gençlerde ise 120-130/80 mm Hg'ya indirilmelidir. Diyabetik hastalarda (şeker hastalarında), kan basıncı 130/85 mm Hg'nın altına indirilmelidir. Böbrek hastalığı olan hastalarda, kan basıncı daha da aşağı değerlere düşürülmelidir. Bu değerler konusunda, hastaların doktorlarına başvurmaları gereklidir. İlaçsız tedavi İlaçsız tedavi yani yaşam düzeninin değiştirilmesi, kan basıncı yüksekliğini kontrol etmenin yanısıra hipertansiyonunun önlenmesinde de yararlıdır. Hastalar, ilaçsız tedaviyi kesinlikle ihmal etmemelidir. Şişmanlık, şeker hastalığı veya kanında yağı yüksek (hiperlipidemi) olan hastalarda, yaşam düzeninin değiştirilmesinin önemi daha da artar. Yaşam düzeninin değiştirilmesi, hipertansiyonu tek başına kontrol edebileceği gibi ilaç gereken durumlarda, ilaç dozunun azaltılmasına da olanak sağlar. Yaşam düzeninin değiştirilmesindeki temel noktalar, aşağıda özetlenmiştir. 1. Yapay tuzlarda, sınırlı da olsa tuz bulunabilir. Şişman hastalar mutlaka zayıflatılmalı ve ideal kiloya getirilmelidir. 4-5 kilo kaybı bile kan basıncı kontrolünü kolaylaştırabilir. Şişman hastalar en az 10 kg zayıflatılmalıdır. Kilonun kontrol altına alınması, yağ metabolizması bozuklukları veya diyabetes mellitus (şeker hastalığı) gibi diğer kardiyovasküler risk faktörlerin de kontrol edilmesini kolaylaştırır. Düzenli aerobik egzersiz (yürüme, koşma, yüzme, bisiklete binme vb.) kilo kaybını hızlandırır, kan basıncı kontrolunu kolaylaştırır, kardiyovasküler riski ve mortaliteyi azaltır. Ağırlık kaldırma, vücut geliştirme gibi izotonik egzersizlerden kaçınılmalıdır. Egzersiz sıklığı haftada en az 3 kez, tercihen 5 kez, 30-45 dakika süreli olmalıdır. Egzersizin 2 hafta bırakılması, olumlu etkisini ortadan kaldırır. Kalp hastalığı gibi sorunları olanlar egzersiz programına başlamadan önce, doktor kontrolünden geçmelidirler. Hastalar araba kullanmaktansa toplu taşım araçlarını kullanmalı, kısa mesafelerde yürüyüş yapmalı, asansöre binmektense yürümelidir. Günlük yaşantıda, fiziksel aktivite arttırılmalıdır. Sigara kesinlikle bırakılmalıdır. Her sigara, kan basıncını anlamlı derecede yükseltir. Sigara, antihipertansif tedavi ile sağlanan kardiyovasküler risk korunmasını da azaltır. Sigara ayrıca koroner arter hastalığı, inme (felç), subaraknoid kanama (beyin kanaması), kanser, ani ölüm ve akciğer hastalığı riskini arttırır. Sigaranın bırakılmasının kan basıncının düşürülmesine uzun sürede net bir etkisi yoktur ancak sigara diğer kardiyovasküler riskleri de etkiler. Sigaranın bırakılmasını takiben kilo alınmamasına dikkat edilmelidir. Hastasına sigara içmemesini söyleyen doktorun inandırıcı olabilmesi için kendisinin de sigara içmemesi gerekir. Türkiye'de ne yazık ki sigara içen doktor sayısı çok fazladır. Ancak her hasta kendisinden sorumlu olduğunu unutmamalıdır. Alkol tüketimi sınırlandırılmalıdır. Günde 50-90 mmol potasyum alınması kan basıncının yükselmesini önler ve kontrolünü kolaylaştırır. Potasyum için en uygun besinler, taze sebze ve meyvedir. Böbrek yetmezliği olanlarda, sebze ve meyve tüketimi kontrol edilmelidir. Bazı idrar söktürücü ilaçlar, hipopotasemiye yol açabilir; bu durumda, ilave potasyum desteği veya potasyum tutucu idrar sökücü gerekebilir. Diyetle, doymuş yağ ve kolesterol alımının sınırlandırılmasının kan basıncı üzerine fazla bir etkisi yoktur ancak kardiyovasküler riski azaltır. Hastalarda varsa yağ metabolizması bozuklukları düzeltilmelidir. Hastalar, katı yağ yerine sıvı yağ, kırmızı et yerine beyaz et kullanmalıdır. Diyetle, yeterli kalsiyum ve magnezyum alınması sağlanmalıdır. Kafein, akut olarak kan basıncını yükseltir ama bu etkiye çok kısa sürede tolerans gelişir, bu nedenle, kafein tüketimi ile kan basıncı yüksekliği arasında bir ilişki saptanamamıştır. Diyette, karbonhidrat, soğan ve sarımsak içeriklerinin değiştirilmesinin kontrollü çalışmalarda bir yararı olmadığı gösterilmiştir. Stres (gerilim) kan basıncını yükseltebilir fakat stres azaltıcı tedavilerin kan basıncı tedavisindeki rolü belli değildir. Gevşeme (relaksasyon) tedavileri, kan basıncını anlamlı derecede düşürdüğü gösterilmiştir ancak günümüzde bu konuda yeterli veri henüz yoktur. İlaçsız tedavinin yeterli kan basıncı kontrolü sağlamadığı hastalarda, ilaçla tedaviye başlanmalıdır. Kan basıncı, sistolik (büyük) 160 mm Hg veya diyastolik (küçük) 100 mm Hg'nın üzerinde ise antihipertansif tedaviye hemen başlanmalıdır. Genel eğilim, hastada başka kardiyovasküler risk faktörleri varsa, sistolik kan basıncı (büyük tansiyon) için 140-160 mm Hg ve diyastolik kan basıncı (küçük tansiyon) için 90-100 mm Hg değerlerinde de ilaç tedavisine başlamaktır. İlaçla tedavinin prensipleri Kan basıncı yüksekliğine birçok mekanizma yol açar. Bu nedenle, etki mekanizmaları değişik olan çok sayıda ilaç geliştirilmiştir. Bu ilaçlardan birçoğu, geçmişte yaygın olarak kullanılmasına karşın günümüzde, artık kullanılmamaktadır. Günümüzde kullanılan ilaçlarla kan basıncını kontrol altına almak hastaların neredeyse tamamında mümkündür. Birçok hasta veya hasta yakını ülkemizdeki ilaçları yeterli bulmayıp yurt dışından ilaç getirmektedir veya yurt dışında yaşayan yakınları bu ilaçlar daha etkili diye hastalarımıza göndermektedir. Ülkemizde bulunan ilaçlar, çok az sayıda hasta dışında yeterlidir. Bu nedenle hastaların önemli kısmında yurt dışından ilaç getirmeye gerek yoktur. İlaç seçiminde, 30-40 yıl önce geçerli olan basamak tedavisinde kullanılan ilaçların bir kısmı günümüzde kullanılmamaktadır; bu nedenle ve yeni ilaçların geliştirilmesi ile günümüzde basamak tedavisi terkedilmiştir. Günümüzde, hastanın hedef organ hasarını, yaşam kalitesini, eşlik eden hastalıkları ve diğer kardiyovasküler risk faktörlerini dikkate alan ve tedavinin bu veriler altında planlanmasını öngören bireyselleştirilmiş tedavi yaklaşımına geçilmiştir. İlaç tedavisinde önemli noktalardan bir tanesi, tedavi maliyetidir. Ancak tedavi maliyetinin ilaç maliyetinden başka laboratuvar incelemeleri, vizite ücreti, hekim ile hastanın kaybettikleri ve yan etki maliyeti gibi unsurları da içerdiği unutulmamalıdır. Tedaviye, genellikle tek ilaçla başlanır, bu amaçla ilk ajan olarak seçilebilecek ilaçlar, aşağıda özetlenmiştir. Antihipertansif tedavide seçenekler (İlaçların grupları belirtilmiştir) Günümüzde, basamak tedavisi yerine bireyselleştirilmiş tedavi kullanılmalıdır. Bireysel tedavide, ilaçların yan etkileri ve hipertansiyona eşlik eden hastalıklar gözönünde tutulur. Genel olarak, bu ilaçların antihipertansif etkinlikleri birbirine benzer ve hastaların yaklaşık % 5-10'u verilen ilacı, yan etkisi nedeni ile bırakmak zorunda kalır. Tedaviye ikinci bir ilaç eklenmesi söz konusu ise uygun kombinasyon seçilmelidir. Tedaviye tek ilaçla başlanmış ise tedavi değiştirilmeden (ciddi yan etki yok ise) önce, 4-6 hafta beklenmelidir. Tedavi değişikliği, doz artırımı veya ikinci ilaç eklenmesi şeklinde olabilir. Şiddetli hipertansiyon (Diyastolik kan basıncı 130 mmHg'dan fazla ise) veya hipertansiyona bağlı ciddi organ fonksiyon bozukluğu var ise, tedaviye birden fazla ilaçla başlanabilir. İlaç seçiminde, "yeni ilaçların eski ilaçlardan daha iyi olduğu" düşüncesi, her zaman doğru değildir. Yeni ilaçların reklamı daha fazla yapılmaktadır. Unutulmamalıdır ki, iyi ilacın reklamı olmaz.İlaç seçimi, kesinlikle bir doktor tarafından yapılmalıdır. Hipertansif krizler Hastalar her kan basıncı yüksekliğinde paniğe kapılmamalı ve kan basıncını acilen düşürmek için dil altı nifedipine (turuncu kapsüller) kullanmamalıdır. Hipertansif krizler, genellikle şiddetli (diyastolik kan basıncı >120 mm Hg) ama ender olarak ta orta şiddetteki kan basıncı yükseklikleri sırasında ve göreceli olarak kısa bir süre içinde gelişen, hayati organlarda kalıcı hasara veya ölüme yol açan klinik bir sendromdur. Günümüzde, antihipertansif ilaç kullanımının yaygınlaşması nedeni ile geçmişe oranla daha az sıklıkla karşılaşılmaktadır. Tüm hipertansif hastaların % 1'inde izlenir. İki gruba ayrılarak incelenebilir; 1.Hipertansif acil durum (emergency) Diyastolik kan basıncı, genellikle 140 mmHg ve üzerindedir.Ayrıca merkezi sinir sistemi, kalp, böbrekler veya hematolojik sistemde, hızlı ve ilerleyici hasar vardır. Kan basıncı, bir saat gibi kısa bir süre içinde yoğun bakım şartlarında, damardan ilaçlarla kontrol altına alınmalıdır. Hipertansif acil durumlara, günlük pratikte, çok nadiren rastlanmaktadır. 2.Hipertansif acele durum (urgency) Diyastolik kan basıncı, genellikle 130 mm Hg'nın altındadır. Kan basıncında önemli derecede artış olmasına karşın ilerleyici hedef organ hasarına ilişkin bulgu yoktur. Kan basıncı, aşamalı olarak 24-48 saatte düşürülmelidir. Hastaların çoğunda hipertansif acele durum vardır. Tedavide başarısızlık nedenleri Birçok hastada, önerilen tedaviye rağmen kan basıncı kontrol altına alınamaz. Hipertansiyon tedavisinde değişiklik yapmadan önce, tedavide başarısızlığa yol açabilecek nedenler, gözden geçirilmelidir. Tedavide başarısızlığa yol açan nedenler : 1. Tedaviye uyumsuzluk 1. Tedaviye uyumsuzluk : Ülkemizde, tedavide başarısızlığın en önemli nedeni, tedaviye uyumsuzluktur. Bu konuda hem hasta hem de doktor suçlu olabilir. Tedaviye uyumsuzluğun en önemli nedeni, hastanın önerilen tedaviyi anlamamasıdır; bu nedenle, doktorların hastalarına tedaviyi ayrı bir kağıda yazarak anlatması gerekebilir. İlaca ait yan etkiler ortaya çıkabilir; örneğin beta blokör alan bir hastada, iktidarsızlık ortaya çıkabilir ve hasta bu durumunu hekime söylemeye çekinerek ilacı bırakabilir. Hasta, unutkanlık veya bunama nedeni ile de ilacı alamayabilir; bu durumda, birlikte yaşadığı bir yakınının eğitilmesi gerekebilir. İlaçsız tedavide de uyumsuzluk olabilir, hasta tuz kısıtlaması yapmayabilir. Hastaların tedaviye uyumu, doktorları tarafından kolaylıkla denetlenebilir. 2. İlaçla ilişkili nedenler : İlaç dozu yetersiz olabilir. Uygunsuz iki ilaç birlikte kullanılıyor olabilir. Yanlış ilaç kullanılıyor olabilir. Doktorların reçetede yazılarının kötü olması veya eczacının yanlış okuması, hastanın yanlış ilaç kullanmasına neden olabilir. Hasta, aldığı antihipertansif ilaçların etkinliğini azaltan başka bir ilaç alıyor olabilir (Sık Sorulan Sorular başlıklı bölüme bakınız). 3. Hasta ile ilişkili durumlar : Hasta, bu dönemde kilo almış, ilaçsız tedaviyi uygulamamış veya alkol tüketimini artırmış olabilir. 4. Sekonder hipertansiyon : İlk muayenede gözden kaçmış bir hastalığa bağlı hipertansiyon (sekonder hipertansiyon) tedavide başarısızlığa yol açabilir. Böbrek yetmezliği var ise kan basıncının kontrolu zorlaşabilir. 5. Sıvı fazlalığı : Yetersiz idrar söktürücü ilaç tedavisi, diyetle artmış tuz alımı, böbrek hastalığının ilerlemesi ve kan basıncının düşmesine bağlı sıvı birikimi gibi nedenlerle sıvı fazlalığı ortaya çıkabilir. 6. Yalancı hipertansiyon (Pseudohypertension) : Kan basıncı, sıklıkla kolda dirseğin hemen üzerindeki atardamardan (brakiyal arter) ölçülür. Bu atardamarda daralma varsa tüm vücutta, kan basıncı yüksekliği olmadan kan basıncı yüksek ölçülebilir. Bu hastalarda sertleşmiş atardamar (brakiyal arter) kolaylıkla elle hissedilir ve bu durum kan basıncı ölçülmeden önce farkedilir. Çok nadir bir durumdur. Tedavide başarısızlık sonucuna ulaşmadan önce Beyaz Önlük Hipertansiyonu ekarte edilmelidir. Sık sorulan sorular Hipertansiyon tedavisinde kullanılan ilaçların yan etkisi Kan basıncı çok düşerse ne yapılmalıdır? Kan basıncı çok düşerse, ilaç dozları azaltılabilir veya ilaç kesilebilir. Ancak tedavideki değişiklikler, mutlaka doktor kontrolu altında olmalıdır. Kan basıncı ne zaman ölçülmelidir? Kan basıncı, hastanın yakınmalarının olduğu dönemlerde mutlaka ölçülmelidir. Günün herhangi bir saatinde ölçülebilir, her gün değişik saatlerde ölçülmesi daha yararlıdır. Hastalar bir yakınması olmasa bile her gün değişik zamanlarda kan basıncını ölçtürmelidir. Hipertansiyonu olmayan insanlar da yılda 1-2 kez kan basıncını ölçtürmelidir. İlaçlar hipertansiyona yol açar mı? Evet. Aşağıda kan basıncını yükseltebilecek ilaçlar özetlenmiştir. Bu ilaçlar, kan basıncının kontrolunu da zorlaştırabilir ve tedavide başarısızlığa yol açabilir. Hipertansiyonda kalıtımın rolü var mıdır? Evet. Özellikle 55 yaştan önce, en az 2 birinci dereceden yakınında (anne, baba, kardeş) hipertansiyon oluşmuş insanlarda hipertansiyon gelişme riski çok fazladır. Hipertansiyonda kalıtımsal geçiş yolu tam olarak bilinmemektedir. Muhtemelen hipertansiyonda birden çok genetik faktör rol oynamaktadır. Hipertansiyon oluşumda genetik katkının % 25-65 olduğu sanılmaktadır. Genetik katkı kadar çevresel faktörlerin de önemli etkisi vardır. Bu nedenle hipertansif hastaların yakınları da yakından izlenmeli ve sigara, aktivite azlığı, tuz tüketimi, şişmanlık vb. gibi kardiyovasküler risk faktörleri ve hipertansiyon gelişmesinde rol oynayan faktörler kontrol altında tutulmalıdır. Hipertansiyon önlenebilir mi? Bazı durumlarda evet. Şişman, bol tuz tüketen ve anne-babasında hipertansiyon olan insanlar hipertansiyon açısından risk altındadırlar. Bu insanlar tuz tüketimini azaltıp, kilo kaybederlerse hipertansiyon önlenebilir veya ortaya çıkması geciktirilebilir. Sık yapılan hatalar 2. Tansiyon düşürücü ilaçları bir süre kullanıp bırakmak. Birçok hasta, ilaçlarla kan basıncı kontrol altına alınınca ilacını bırakır. Hipertansiyonun büyük olasılıkla ömür boyu hastaya eşlik edeceği unutulmamalıdır. İlacın bırakılması, hipertansiyonun vücuda zarar vermesine yol açar. 3. Birçok hastada mevcut olan "vücut ilaca alışır, ilaç yan etki yapar, ilaç bağımlılık yapar" şeklindeki düşünce kesinlikle yanlıştır. Hastaya en büyük zararı kontrolsuz hipertansiyon verir. 4. İlaç kullanan hastaların ilaçsız tedaviyi ihmal etmeleri. İlaçsız tedaviye dikkat edilmezse antihipertansif ilaçların da etkisi çok azalır veya ortadan kalkar. 5. Hipertansiyon tedavisi ancak sağlıklı bir hasta-hekim ilişkisi ile mümkündür. Hasta sorumluluklarını yerine getirmez ise doktor doktor dolaşmasının hastaya bir yararı yoktur. 6. Hipertansiyonun çok yaygın bir hastalık olması, kamuoyu ve medyanın da ilgisini çekmiştir. Gerek kamuoyu gerekse medyada hipertansiyon konusu çok konuşulmakta ve bu konuda uzman olmayan kişilerin de fikirleri yansıtılmaktadır. Hastalar, yetkisiz ve bilgisiz kişiler tarafından eksik ve yanlış bilgilendirilebileceklerini unutmamalıdır. 7. Komşu veya arkadaşın tavsiyesi ile ilaç alınması ciddi zararlara yol açabilir. 8. Hastalar kendilerini rahatsız eden baş ağrısı, nefes darlığı, çarpıntı gibi yakınmalar ortadan kalkınca tedaviyi gevşetebilirler. Tedavide, amacın sadece hastayı o dönemde rahatsız eden baş ağrısı, nefes darlığı, çarpıntı gibi yakınmaları gidermek değil, aynı zamanda hedef organ hasarını önleyerek veya geri çevirerek kalıcı sakatlık ve ölümleri azaltmak olduğu unutulmamalıdır. 9. Daha önce kullandığı tedavinin etkisiz olması durumunda, doktora giden hasta, genellikle ilk ilacı etkisiz diye bırakarak yeni bir ilaç kullanmaya başlar. Tedavinin başarısız olduğu durumlarda, genellikle tedaviye ikinci bir ilaç eklenmelidir.Bu hatada, hastanın doktorunun da payı olabilir. 10. Kullanılan ilacın ismini hatırlamamak veya doktora giderken ilaç kutusunu yanına almamak. 11. Kan basıncı değerlerinin kaydedildiği formları, doktora giderken yanına almamak. 12. "Bünyem, yüksek tansiyona alışmış" deyip hipertansiyonu ciddiye almamak. 13. Kan basıncı yüksekliğini sadece strese (gerginliğe) bağlayıp tansiyon ilacı kullanmamak. 14. "Ben tansiyonumun yükseldiğini hissediyorum" deyip yakınma olmayan zamanlarda kan basıncını ölçtürmemek. Bunun iki sakıncası olabilir; 15. Kan basıncı kontrol altına alınan bir hastanın ilacı bırakarak "kan basıncı yeniden yükselecek mi" diye deneme yapması. Antihipertansif ilaçlar bırakılsa bile kan basıncını düşürücü etkileri, bir süre daha devam eder. Hastada geçici hipertansiyon yok ise, ilaç bırakılınca kan basıncı bir süre sonra kesinlikle yeniden yükselecektir. İlaç kesilmesi ve doz değişikliği kesinlikle doktor tarafından yapılmalıdır. 16. Muayeneye gelen veya tahlil için kan verecek hastanın o gün ilacını almaması. Hipertansiyonu olan hastalar, tahlil için aç kalmak zorunda olsalar bile çoğu zaman çok az su ile tansiyon ilaçlarını alabilirler. 17. "İlacın bitmesi, muayeneye kısa bir zaman kalması" gibi nedenlerle ilaç tedavisine kısa süreli bile olsa kesinlikle ara verilmemelidir. 18. Hipertansiyon tedavisinin sakinleştirici ilaçlar ve sarımsakla yapılması, tansiyon düşürücü ilaç kullanımından kaçınılması. 19. Sadece büyük tansiyonla ilgilenmek. Hastalara öneriler 1. Hastalar kendi kan basınçlarını ölçmeyi öğrenmeli ve olanakları varsa bir tansiyon aleti ve steteskop almalıdır. Böylece beyaz önlük hipertansiyonu önlenir. 2. Emekli Sandığı, Sosyal Sigortalar Kurumu, Bağ-Kur gibi sağlık sigorta güvencesi olanlar eğer hastalıklarını belirtir bir heyet raporu alırlarsa ilaçlarına hiçbir ücret ödemezler. Bu konuda doktorları yardımcı olacaktır. 3. Hastalar ölçtükleri kan basıncı değerlerini kaydetmeyi alışkanlık haline getirmelidir. Bu amaçla, aşağıdaki gibi basit bir form rahatlıkla kullanılabilir. Kan basıncı değerlerinin kaydedildiği form, doktora giderken evde veya iş yerinde unutulmamalıdır. |
Radistanbul Görüntüleme Merkezi Ümraniye son durakta 4 yıldır hizmet vermektedir. Bünyemizde ultrason, doppler, mamografi, kemik yoğunluğu ölçümü, panoramik ve sefalometrik diş röntgeni cihazları bulunmaktadır.
Kurumumuzda yapılan tetkikler;
- Tüm batın, üriner sistem, pelvik, troid ultrasonlarına ek olarak gebelerde 2. Düzey ultrason, gebelik ultrasonu, 4 boyutlu ultrason çekimleri,
- Ekstremitelerde arterial ve venöz doppler, karotis vertebral doppler, renal arter doppleri, gebelik doppleri de dahil olmak üzere tüm doppler uygulamaları,
- Ağız ve diş sağlığında en ileri görüntüleme teknikleri kullanılarak dijital panoramik diş röntgeni, temporomandibular ve sinüs grafileri ve sefalometrik röntgen çekimleri,
- Mammografi çekimleri,
- Kemik Yoğunluğu Ölçümü.
- Hizmet verilen ilçeler, İSTANBUL ANADOLU YAKASI
- ÜMRANİYE, ÜSKÜDAR, BEYKOZ, AĞVA, ŞİLE, ÇEKMEKÖY, ALEMDAĞ, REŞADİYE, TAŞDELEN, SULTANBEYLİ, PENDİK, KARTAL, MALTEPE, TUZLA, GEBZE
- UYGUN TETKİK VE GÖRÜNTÜLEME FİYATLARI İLE İSTANBULDA BULUNAN TÜM KAMU VE ÖZEL HASTANE HASTALARINA HİZMET VERİLMEKTEDİR.
RADİSTANBUL GÖRÜNTÜLEME MERKEZİ BİLGİLER
Son dört yıldır ÜMRANİYE SONDURAKTA hizmet vermekteyiz.
Amacımız güncel teknolojiyi deneyimli bir ekip ve uygun fiyatlarla hastalarımıza ulaştırmaktır.
Vizyonumuz gelecekte bir MARKA olmak, teknolojiyi yakın takip etmek, kendimizi sürekli geliştirmektir.
Hizmet verdiğimiz modaliteler hakkında bilgiler:
KEMİK MİNERAL DANSİTOMETRİ
Kemik erimesi, mevcut kemik kütlesinin, mineral içeriğinin azalması ve zayıflaması sonucu süngerimsi hal alması ve kolayca kırılabilir bir duruma gelmesidir. Sonucunda da başta sırt bölgesi olmak üzere vücutta dinmeyen ağrılar, boy kısalığı ve kırıkların oluşumlarını görmekteyiz.
Kemik mineral dansitometrisi kemik yoğunluğunun ölçülmesidir. Yani kemiğin kırılganlık riskini belirleyen bir ölçüm yöntemidir.
40 yaş ve üzeri kadınlar mutlaka kemik yoğunluğu ölçümü yaptırmalıdırlar. Çünkü günümüzde kadınlar doğum sayısı, sigara kullanımı, yanlış beslenme alışkanlıkları, yeterli egzersiz yapamama gibi nedenler ile yüksek risk altındadırlar.
Kemik erimesi kadınlara özgü bir hastalık değildir, erkeklerde de görülmektedir. Özellikle bazı metabolik hastalıklar,kortizon gibi ilaçların kullanımı kemik erimesine neden olurlar.
ULTRASON
Yüksek frekanslı ses ( ultrasound ) dalgalarının farklı yoğunluktaki doku yüzeylerinden yansıması ile iç organların görüntülenmesidir.
Yumuşak doku patolojilerinin incelenmesinde ve organların sınırlarının belirlenmesinde kullanılan bir yöntemdir. Sıvılarda yansıma olmadığından kistik yapılar solid yapılardan kolayca ayrılabilirler.
İç organ patolojilerinin tespitinde hastayı rahatsız etmeden kolay uygulanabilen noninvaziv bir yöntem olması nedeniyle tercih edilmektedir.
Ultrason öncesinde ön hazırlık gerebilir. Bu nedenle randevu alınması ve randevu sırasında verilecek bilgilere dikkat edilmesi önemlidir.
GEBELİKTE ULTRASON
Bebeğin sayısı, geliş şekli, duruş şekli, anatomik yapısı, plasenta yerleşimi, amnion sıvı miktarı, gebelik yaşı, annedeki pelvik kitlelerin değerlendirilmesi için kullanılan en iyi yöntemdir. Ultrasonografinin bebek üzerinde şimdiye kadar kanıtlanmış bir yan etkisi bildirilmemiştir. Bilakis günümüzde gebelik takibinde güvenilir yöntemlerden biridir.
- Erken gebelikte gebeliğin normal olup olmadığını ( dış gebelik, çoğul gebelik, mol, bozulmuş gebelik,...), gebelik yaşını saptamak için,
- 11-14. haftalar arasında ense pilisi kalınlığı –nuchal translucency- ölçümü için,
- 19-23. haftalar arasında ( ayrıntılı ultrason detaylı fetal analiz ) anomali taraması için,
- 32. haftadan sonra bebek gelişiminin değerlendirilmesi için ultrason yapılmaktadır.
MEME ULTRASONOGRAFİSİ
Tanı ve tarama metodu olarak kullanılan meme ultrasonografisinde iyonize ışınlar kullanılmadığı ve insan sağlığına zararı tesbit edilmediği için günümüzde noninvaziv, ekonomik bir yöntem olarak kullanılmaktadır. Adölesan dönemde, genç kadınlarda ve hamilelik döneminde primer görüntüleme yöntemidir. Bir çok meme kanserleri ultrasonografi ile tanınabilmektedir. Ancak ele gelmeyen kitlelerde yetersiz kaldığı için meme ultrasonografisi tek başına değil, mammografi ile beraber yapılmalıdır. Mammografiyi tamamlayıcı bir yöntem olarak kullanılmalıdır.
PROSTAT ULTRASONOGRAFİSİ
Ultrasonografinin prostat kontrolünde avantajları hastaya zarar vermemesi, kolay uygulanması, maliyetinin düşük olması ve iyonize radyasyon içermemesidir. Transabdominal ultrason işleminde prostatın boyutu, ağırlığı ve anatomik şekli belirlenir. Transrektal ultrason işleminde bunların yanı sıra prostatın doku detayları da değerlendirilmektedir. Bu işlem esnasında Renkli Doppler ve Power Doppler metodları ile kanserden şüphelenilen alanların kanlanması değerlendirilebilmektedir.
4 BOYUTLU ULTRASON
4 boyutlu ultrasonografi klasik 2 boyutlu ultrasonografi kullanımını gereksiz kılacak ölçüde bir yöntem değildir. Her ikisinin de avantajlı olduğu üstünlükleri vardır. Örneğin, yarık damak ve dudak anomalilerinin saptanmasında, kol ve bacaklardaki bazı detay anomalilerin görülmesinde, nöral tüp defektlerinde 4 boyutlu ultrasonografi daha detaylı bilgi verebilmektedir. Buna karşın 2 boyutlu ultrasonografi bebeğin iç organlarını değerlendirmede hala 4 boyutlu ultrasonografiden üstündür.
4 boyutlu ultrasonografi ile anne ve baba adayları doğmamış bebeklerinin gerçek görünümü ile normalde doğumdan sonra kurulması beklenen duygusal bağlarını daha önceden oluşturmaktadırlar.
Görüntüler video formatında CD'ye kaydedip korunabilmektedir.
RENKLİ DOPPLER ULTRASONOGRAFİ
Bir organın veya damarının kan akımını inceleyerek, akımın miktarı, akımı engelleyen yapı varlığı, akımın normal yönde olup olmadığı değerlendirilebilir. Atardamarlar kırmızı toplardamarlar mavi renk şeklinde görülür.
Renkli Doppler Ultrasonografi incelemesi ile:
Kol ve bacak damarları
Karaciğeri besleyen damarlar
Böbreği besleyen damarlar
Boyun damarları
Gebelerde, anneye ve fetusa ait damarlar
Erkeklerde testisleri besleyen damarlar
Gözü besleyen damarlar
Vücudun herhangibir bölgesinde oluşan bir kitlenin kanlanması incelenebilir.
İç organlar hariç, inceleme öncesinde önemli bir hazırlık gerekmemektedir. Ancak karın içindeki bir organ (karaciğer, pankreas, böbrek v.b.) incelenecek ise 6 saatlik açlık ile, oluşabilecek gazı engelleyerek incelemenin daha kaliteli gerçekleşmesi sağlanır.
Renkli Doppler Ultrasonografi incelemesi, tıpkı Ultrasonografi incelemesinde olduğu gibi radyasyon içermeyen bir tanı yöntemidir. Yanlızca ultrason enerjisi (yüksek frekanslı ses) kullanılır.
MAMMOGRAFİ
Mammografi düşük dozda X ışını aracılığı ile meme dokusunun görüntülenmesidir. Her memeye 2 adet olmak üzere toplamda 4 film çekilir.
Hiçbir şikayeti olmasa da tüm kadınların;
- 35-40 yaş arasında baz oluşturacak bir mammografi çektirmesi,
- 40 yaşından sonra 2 yılda bir,
- 50 yaşından sonra her yıl meme kanseri taraması yaptırması gerekmektedir.
Çünkü meme kanserinin en erken bulgusu olan küçük küme mikrokalsifikasyon spiküle kitle ve kireçlenme odaklarını gösterebilen tek yöntem mammografidir. Meme kanserinin büyüyüp ele gelecek kadar kitle oluşturması ise bu aşamadan yıllar sonraya tekabül eder.
Tüm kanserlerde olduğu gibi meme kanserinin de tedavisindeki başarı erken teşhis ve erken tedavi ile mümkündür.
Mammografi çekim işlemine gelirken beraberinde eski filmlerinde getirilmesi ve her seferinde eski filmler ile karşılaştırma yapılması gerekmektedir.
DİJİTAL PANORAMİK RÖNTGEN
Diş röntgeni dişlerin, kemik ve dişetlerinin birlikte görüntülendiği bir röntgendir. Diş hekiminin klinikte muayene ile görünmeyen kısımlarını göstermeye yarayan dişler yada çenelerle ilgili problemleri teşhis etmesine yardımcı bir yöntemdir. Örneğin başlangıç çürüklerinin tespiti, özellikle diş minesi sağlıklı gibi dursa da
çürük dişlerin ya da diş eti çizgisinin arkasına gizlendiğinde, ağızdaki absenin hangi dişten kaynaklandığı, periodontal hastalıktan dolayı kemiğin zarar görmesi,dişlerdeki yapı bozuklukları, kök kırıkları, kist ya da tümörler röntgenle tespit edilebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder